Mehmet Ali Yiğit
Kamusal Bir Deneyim: Haydarpaşa Silolarında Heterotopik Diriliş
Mekânlar yalnızca fiziksel sınırlardan ibaret değildir; toplumsal normlar, hafıza ve zamanla da şekillenir. Michel Foucault’nun 1967’de ortaya attığı “heterotopya” kavramı, bu çok katmanlı yapıyı anlamak için güçlü bir kuramsal araç sunar. Heterotopyalar, birden fazla gerçekliği barındıran; toplumdan ayrı duran, işlevsel ve simgesel sınırları belirsiz mekânlardır.
Foucault, “Diğer Mekânlar” adlı metninde heterotopyaları toplumun hem dışladığı hem de belirli işlevlerle tanımladığı özel alanlar olarak açıklar. Mezarlıklar, hapishaneler, müzeler, tren istasyonları gibi alanlar, farklı zaman ve işlevler önerdikleri için heterotopik özellikler taşır.
İstanbul, tarih boyunca farklı kültürlerin, ideolojilerin ve üretim biçimlerinin iç içe geçtiği, çok katmanlı bir kent yapısı sergilemiştir. Bu katmanlılık
yalnızca tarihi yapılarda değil, günümüz kent dokusundaki “boşluk” alanlarda da izlenebilir. Terk edilmiş yapılar, geçici kullanımlar veya işlevsizleşmiş bölgeler, Michel Foucault’nun “heterotopya” kavramıyla ilişkilendirilebilecek mekânlardır.
Bu tür alanlar özellikle ulaşım altyapıları, sanayi mirası yapıları ve geçiş zonlarında (limanlar, tren hatları, tüneller) yoğunlaşır. Haydarpaşa Siloları, tarihsel ve mekânsal özellikleriyle bu bağlamda öne çıkar. 20. yüzyıl başında endüstriyel işlevle inşa edilen silolar, günümüzde kullanım dışı kalsa da strüktürel bütünlüğünü korur. Marmara Denizi’ne açılan bir eşik ve Anadolu’dan gelen ürünlerin depolandığı bir ara yüz olarak kolektif bellekte çok katmanlı bir anlam taşır.